Sağlıklı olmak demek zayıf olmak demek mi ya da her zayıf olan aynı zamanda sağlıklı olan birey mi? Çok karmaşık bir soru gibi gelebilir ama dikkat ettiyseniz son zamanlarda yine kilo vermek ve zayıf olmak sağlıklı olmanın en önemli belirtisiymiş gibi sunulmaya başladı.
Sizin de dikkatinizi çekti mi bilmiyorum ama son yıllarda tuhaf bir konuşma biçimi başladı annelerde. Çocuklarıyla ilgili bir durumdan bahsederken ‘biz’ diyerek konuşuyorlar.
Diyelim ki çocuğun sınavı var, ‘sınavımız var’ diyorlar. Çocuğun babasıyla olan ilişkisinden ya da bir konuşmasından bahsederken ‘babamız böyle düşünüyor’ diyorlar.
Çağımızda teknolojinin hızla gelişmesi, sosyal medyanın bilinçsiz kullanımı ve dijital araçların yaygınlaşmasıyla birlikte teknoloji bağımlılığı şekil değiştirerek hayatımıza “e-hastalıklar” olarak bilinen bazı olumsuzlukları taşıdı.
İnternet kullanım alışkanlıklarımıza göre faklılık gösteren bu yeni hastalıklar bireylerde nomofobi, siberhondrink ve facebook depresyonu gibi değişik şekillerde ortaya çıkıyor.
Fiziksel herhangi bir neden yokken, kişi sürekli yemek yemek istiyor ve aşırı kilo alıyorsa Duygusal Açlık yaşadığı düşünülmelidir.
Duygusal açlık fiziksel açlıktan oldukça farklıdır. Duygusal yeme eğiliminde olan kişiler; yemek yemeyi bir kaçış yolu ya da rahatlama olarak görürler.
Günümüzde şiddete her alanda rastlanmakta. Altında yatan sebeplere bakıldığında, şiddetin özendirilmesinden hukuki olarak yeterli yaptırımların bulunmamasına kadar pek çok sebep gözlenebilir. Toplumun her kesiminde varlığını gösteren şiddet olgusu bazı alanlarda daha sık karşımıza çıkıyor.
İlk kez İtalyan psikiyatr Enrico Morselli tarafından, 1886 yılında tanımlanan psikolojik bir bozukluktur. Kendini beğenmeme, Ayna hastalığı ya da Vücut Dismorfik Bozuklugu olarak da bilinir. Bu rahatsızlıkta kişi, vücudunun bir bölümü beğenmez ya da görüntüsünün kötü olduğunu düşünür.
Son yıllarda ortaya çıkan yeni bir kavram, özellikle 13- 23 yaş arasındaki gençlerin karşı cinsle olan romantik ilişkilerinde sıklıkla karşımıza çıkan bir şiddet türünü tanımlıyor: Flört Şiddeti.
Flört şiddeti, içerik olarak genel anlamda toplumda karşılaştığımız şiddetin aynısı. Gençler arasında özellikle birbirini kısıtlamak ve kıskanmak gibi düşünülse de tipik bir şiddet ve taciz durumudur.
Yaz aylarıyla beraber artan sıcaklardan dolayı birçok insan hava sıcaklığının fizyolojik ve psikolojik olumsuzluklarından muzdarip durumda. Yurt içinde sıcaklıkların normalin üzerinde seyretmesi ve artan nem oranıyla birlikte insanlar daha da tahammülsüzleşiyor. Bu aylarda depresyon, stres, dikkat eksikliği, öfke problemleri ve panik atak gibi sorunlarla daha sık karşılaşmaya başladık.
Malum haftalardır önce Çin’de ortaya çıkan, sonrasında da tüm dünyayı etkisi altına alan Corona Virüs tehdidi nedeniyle zorunlu çalışanlar hariç, hepimiz evlerimize kapandık. Virüs tehdidi hastalık olmaktan çıkıp bütün dünyayı kapsayan bir salgına dönüşünce olayın ne kadar ciddi olduğuna dönük açıklamalarıyla bilim kurulu üyelerini ve yetkilileri dinleyerek önerilen tüm önlemleri almaya başladık.
Yeni yıla 1 aydan daha az bir süre kala, biz her yıl olduğu gibi önümüzdeki yıl için de yeni kararlar almaya başlıyoruz. Her yıl yeni kararlar almak çoğu insan tarafından bir gelenek haline gelmiş durumda. Yapılan araştırmalar yeni yıl için kararlar alan kişilerin, almayanlara göre amaçlarını daha kolay gerçekleştirdiklerini gösteriyor.
Okulların yaz tatiline girmesiyle birlikte çocuklarda tatil heyecanı başlar ve bu zaman diliminde ebeveynler tatilde çocuklarıyla nasıl kaliteli vakit geçireceklerini kara kara düşünürler. Tatil hem çocuklar hem de yetişkinler için önemli bir ihtiyaçtır bu sebeple tatil boyunca yapılan şeyler hem çocuklara hem de ebeveynlere yönelik olmalıdır.
Kadınlara uygulanan şiddetin her geçen gün daha da arttığı, istismarın ve tecavüzün bu kadar çok yaşandığı ülkemizde kadınları ve kız çocuklarımızı nelerin beklediğini bilemiyoruz. Artık kız erkek demeden her bireyin taciz ve şiddetin ana hedefi olduğu olaylara tanık olmak hepimizi çok olumsuz etkiliyor ve giderek daha çok içe kapanmamıza yol açıyor.
Geldiğimiz nokta iyi eğitimli çocuklardan çok, vicdanlı çocuklar eksiğimiz olduğunu gösteriyor. Kitaplarda yazılanları kelimesi kelimesine ezberlemiş bireyleri, sınavlarda sıfır hata ile başarılı olan gençleri nasıl yetiştireceğimizi değil, çevresine, topluma, yaşayan her canlıya saygı ve sevgi duyan insanları neden yetiştirmediğimizi sorgulamamız gereken günlerdeyiz.
Gündüz kuşağının önemli simgelerinden biri haline gelen evlilik programları bireysel ve toplumsal ruh sağlığı açısından ciddi sorunlar içeriyor. Bilindiği üzere bu programlar bireylerin tanışması, duygusal ilişki kurması ve devamında da evliliklerin gerçekleştirilmesi amacını taşıyor.
Bununla birlikte birtakım aktiviteler de eklenerek eğlence ve gündüz programları konseptiyle kurgulanıyor. Bu programların önemli derecede rayting almalarının yanı sıra ekranlara her geçen gün bir yenisi daha ekleniyor ve izleyici tarafından da ilgiyle takip ediliyor.
Artık hayatlarımızda Sosyal Medya diye bir gerçek var. Birçoğumuz sabah gözümüzü açar açmaz ne olup bitmiş diye öğrenmek için oradayız. Yeme içmeden alışverişe, haberlerden gezip eğlenmeye kadar ne ararsak orada var. Orası öyle bir yer ki; çocuk, genç, yaşlı, eğitimli, eğitimsiz herkes orada. Birkaç yıl öncesine kadar sadece genç nüfusun ilgi gösterdiği bir alandı sosyal paylaşım siteleri. Oysa bugün biliyoruz ki, yaşı 45 ve üzeri olan ve ağırlıklı olarak erkeklerden oluşan nüfus gençlerin sosyal medyada yer alma hızından daha hızlı bir biçimde bu mecralarda yerlerini alıyorlar.
Yaşanan olayları gündemde tutmak, konuşmak, acıyı paylaşmak korkutmasın kimseyi, ama duyarsız kalmak hepimizi korkutsun. Bu ülkenin nasıl kazanıldığını çocuklarımıza öğretememişsek hepimiz korkmalıyız.
Aynı gemide olduğumuzu, birbirimizi etiketleyerek, bölerek, ayrıştırarak aslında kendi kuyumuzu kazdığımızı fark edemiyorsak korkmalıyız.
Hayat zor olabilir, hayat herkes için zaman zaman zorlaşabilir. Olumsuz olaylar da yaşanabilir. Yine de yaşamak gerek, tüm olumsuzluklara inat. Kendimize yapacağımız en önemli iyilik bu: Kendimize ve hayata gülümsemek.
Psikopati ve sosyopati, aslında bir kişilik bozukluğu olan antisosyal kişilik bozukluğu ile aynı anlamı taşır. Antisosyal kişilik bozukluğu olan kişiler, günlük hayatta sıkça kullandığımız terimler olan psikopat ve sosyopat olarak tanımlanabilirler.
Yunus Emre’nin ‘Yaratılanı hoş gör, Yaratandan ötürü’ dediği gibi; hoş görmek gerek, Birbirimizi daha çok sevmek, daha çok anlamak gerek. Bunu ötekileştirerek yapamayız, birbirimize sırtımızı dönerek, küserek, kırıp dökerek yapamayız.
Kırıp dökülenler cam parçası değil, can parçası. Birimiz bile eksilse yarım kalırız, biraz daha yalnızlaşırız.
Sıklıkla kullandığımız içe kapanıklık, çekingenlik ve içe dönüklük kelimeleri aslında birbirine çok yakın tanımlar ama ince sınırlarla ayrılan anlamları var.
Birbirimizi tanımlarken ya da kişilik özelliklerimizi ifade ederken genellikle bu tanımlamaları kullanıyoruz ancak genellikle olumsuz anlamlar yüklüyoruz.
O nedenle kelimeleri ve anlamlarını netleştirmek gerekiyor.